5.11.2013

Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş: Bilinci çalınan toplumların bağımsızlığından bahsedilemez


Bilinci çalınan toplumların bağımsızlığından bahsedilemezSaadet Partisi İzmir il Kadın Kolları’nın ‘Beş Yıldızlı Buluşmalar’ının son konuğu Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş oldu. “Madalyonun öbür yüzü, Toplumların Bilinci Nasıl Çalınıyor?” konulu söyleşide bulunan Kurdaş, “Zulme, sömürüye ve kandırılmışlığa dayalı küresel dünya bilinci çalınmış, zihni esir edilmiş halkların dünyasıdır. Bağımsızlık zihinden başlar. Bilinçaltı işgal edilmek suretiyle önce bilinçleri çalınan ve zihinlere ipotek konulan toplumların bağımsızlığından bahsedilemez.  şeklinde konuştu.

EMİNE ÖZÜDOĞRU ARSLAN / İZMİR
 ‘Beş yıldızlı buluşmalar’ konferanslar zinciri kapsamında Saadet Partisi’nin İzmir İl Kadın Kolları tarafından düzenlenen “Madalyonun öbür yüzü, Toplumların Bilinci Nasıl Çalınıyor?” konulu söyleşiye katılan Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş, önemli mesajlar verdi. Kurdaş, zulme, sömürüye ve işgale dayalı küresel sistemin zihin operasyonlarıyla ayakta kalabildiğini söyledi. Subliminal mesajlarla toplumlar üzerinde çok derin bir projenin yürütüldüğünü; nesillerin inanç, ruh ve biyolojik sağlığını bozmak amacıyla üç-dört yaşındaki çocuklara bile subliminal saldırılar yapıldığını örnekleriyle anlatan Mustafa Kurdaş, birey ve toplumların farkında olmadan karşı karşıya kaldığı subliminal mesaj saldırılarının en az kimyasal silah saldırıları kadar tehlikeli olduğuna dikkat çekti.
Gizli Telkinlerle ‘Aklemedemeyen’ Toplumlar Oluşturuluyor
İnsanlık tarihi boyunca zihin yönetiminin uygulandığını, Hak-batıl mücadelesinde batılın insanın fıtratını, zihnini ifsadı en önemli silah olarak kullandığını kaydeden Kurdaş, herhangi bir objenin içinde gömülü olan; gözün görmediği, kulağın duymadığı, ama verilmek isteneni doğrudan bilinçaltına yerleştiren ‘gizli/subliminal mesaj’ların birçok ülkede hukuken yasak olduğunu ama bunların önünün alınamadığını hatırlattı.   Mustafa Kurdaş, “Gündem yanılsamalarla örülüyor. Akıl, düşünce ve zihin operasyonları subliminal mesajlar sayesinde bilinçaltına enjekte ediliyor. Neden böyle bir yöntem kullanılıyor? Çünkü bilinç doğrudan propagandaya karşı duyarlıdır. İnsanoğlu doğrudan telkine karşı kanaatleriyle direnç gösterir. Fakat farkındalık oluşturmadan yapılan gizli telkinlere karşı insan daha savunmasızdır. Bu nedenle gizli/dolaylı telkin çok daha etkilidir.” şeklinde konuştu.
Bağımsızlık Zihin Bağımsızlığından Başlar
Zihinlerin kontrolü ve yönetiminde medyanın rolünün büyüklüğüne dikkat çeken Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Kurdaş, kullandığı argüman ve görsellerle medyanın bilinçaltına planlı bir saldırı uyguladığını belirtti. Medyanın düşünmeyen, dertlenmeyen, hedeflemeyen, muhakeme ve mukayese edemeyen bir toplum oluşturduğunu dile getiren Mustafa Kurdaş, “Bağımsızlık zihinden başlar. Bilinçaltı işgal edilmek suretiyle önce bilinçleri çalınan ve zihinlere ipotek konulan toplumların bağımsızlığından bahsedilemez.  Bilinçaltı işgal edilmiş, bilinci çalınmış ve böylece zihni esir edilen, ‘akledemeyen’, ‘düşünemeyen’ insanların ve toplumların vereceği kararların bağımsızlığından söz etmek de mümkün olamamaktadır” şeklinde konuştu.
Selahattin Akçiçek Kültür Merkezinde gerçekleşen programa, çok sayıda dinleyici katıldı.

4.11.2013

Yalman: "Yıllarca Sustum, Artık Yeter!"


Yalman: "Yıllarca Sustum, Artık Yeter!"Sanık askerler ve aileleri tarafından dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile birlikte mahkemede tanıklık yapmamakla ve gerçekleri anlatmamakla suçlanan Yalman, Hasdal'daki askerlerin hakkındaki suçlayıcı açıklamalarını yanıtlarken, eşine bile beddua ve hakaret edilmesine, cami avlusunda edep dışı saldırılara maruz kalmasına, kara propagandalara, dışlanmaya çalışılmasına ve itibarsızlaştırma kampanyalarına rağmen haksız yere suçlanan silah arkadaşlarını incitmemek için acılarla yaşamayı tercih edip sustuğunu vurguladı.

Gerçekleri kaleme aldığı kitapta anlatacağını vurgulayan Yalman, o dönem yaşananlarla ilgili olarak, örtülü biçimde dönemin 1. Ordu Komutanı ve Balyoz davası hükümlüsü Çetin Doğan'ı suçladı, eski Genelkurmay Başkanı Özkök'ü eleştirdi. Yalman, Özkök'ü örtülü biçimde eleştirirken, "Seminerdeki ses kayıtlarını Genelkurmay Başkanından öğrendiğimi, ses kayıtlarını görmediğimi ve bu konuda hiç kimseden araştırma yapmam istenmediğini özellikle belirtmek isterim. Esasen söz konusu ses kayıtları elime geçseydi karargâhım ile paylaşır, gerekli inceleme için hazırlıkları yapardım" dedi.
‘Vatanseverim' kompleksi
Yalman, isim vermeden, emrine itaatsizlik ettiğini vurguladığı Doğan için de "Üç günlük seminerin bir gününde emrime aykırı olarak, EMASYA Planı'nın görüşüldüğünü, seminere gönderdiğim müşahit generalden öğrendim. Bu seminer emre aykırı olarak yapılan, muaşeret kurallarına uymayan, amacını ve haddini aşan bir kahramanlık gösterisinden başka bir şey değildir. Silahlı Kuvvetler içinde zaman, zaman yaşanan bir sorun olan ‘Ben daha çok vatanseverim, Cumhuriyetin değerlerini özellikle laikliği ve Atatürk'ün mirasını en iyi ben koruyabilirim' kompleksi, bu plan seminerinde, askeri muaşeret kurallarını da hiçe sayarak uygulanmıştır. Bu nedenle icra edilen bu seminerin haddini ve maksadını aşan bir gayretkeşlik olduğunu ifade etmek istiyorum" dedi.
Balyoz adlı bir plan olup olmadığını, planla seminer arasında ilişki bulunup bulunmadığını bilmediğini kaydeden Yalman, "İfadelerim üç günlük seminerin bir gününde icra edilen seminer faaliyetleri ile ilgilidir. Bunun dışındaki bilgileri, ben de basından 2010 yılında öğrendim ve takip ettim. Mart 2003 yılında yapılan bu emre itaatsizliği sorgulamak ve ilgilileri ikaz etmek için Ordu bölgesine gittim ve gereken ikazları yaptım. İfade vermek için çok gayret sarf ettim. Ancak uygun görülmedi. Konuyu o günkü bilgilerim ışığında, İç Hizmet Kanunu kapsamı içinde değerlendirdim. Bahse konu eylem, verilen bir emrin yapılmaması olmayıp emrin hudutlarının genişletilmesi suretiyle gerçekleştirilmiş bir olaydır. Bir disiplin suçu olduğu kanaatinde olduğunu ifade etmeliyim. Eğer üç günde emre aykırı bir eylem yapılsaydı ‘Emre itaatsizlikte ısrar' suçu işlenirdi ki bu husus askeri yargı kapsamında değerlendirilirdi. Bilgilere 2003 yılında sahip olsaydım konuyu askeri yargıya intikal ettirirdim. En halisane temennim, suçsuz insanların özgürlüğüne kavuşmasıdır" dedi.
‘Hakaretlere maruz kaldım'
Tarihi dava ve suçlanmasıyla ilgili Milliyet'e açıklamalarda bulunan Yalman, şunları vurguladı:
"Hasdal Cezaevi'ndeki Silahlı Kuvvetler mensubu askerlerin yaptıkları talihsiz açıklamaya cevap teşkil edecek şekilde kamuoyuna bir duyuru hazırladım. Ancak bu duyuruyu açıklamadan önce, üç yıldır davanın muhatabı askerlerin saygısızlıklarını cezaevi psikolojisi olarak kabul ettiğim için tahammül ettim. Sustukça kamuoyunda haksız olduğumuz algısı yaratıldı. Artık yeter demek istiyorum. Çünkü bu süre içinde, ahlaki ve mesleki normlara uymayan söz ve davranışlara muhatap oldum. Hatta camii avlusunda, bir cenaze namazında kadirbilmez, vefasız birinin edep dışı saldırılarına maruz kaldım. Şahsım üzerinde yaratılan menfi propaganda ile bir taraftan kamuoyu desteği sağlanırken diğer yandan tutuklu arkadaşlarımın üzerinde de ortak bir direnç duygusu yaratılmaya çalışıldı. Medya ve internet yoluyla yalan haber, iftira, hakaret ve saldırılara maruz kaldım. Hiçbir dayanağı olmayan iddialarla ‘çamur at izi kalsın' mantığıyla yapılan bu karamalarla üzerimde sosyal bir baskı kurulmaya çalışıldı.
‘Eşim hakarete uğradı'
Mahkemede sanık ifadelerinde saygı hudutlarını aşan söz ve ifadelerle iftiralara maruz kaldım. Kuşkusuz; asılsız ve mesnetsiz iddialara ilişkin yasal hakkım saklıdır. Müteaddit defalar tanıklık talebinde bulunulmasına rağmen, mahkeme bu talepleri sürekli reddetti. (Bazı milletvekillerinin vicdan ve namusuma yönelik ifadelerini de burada tekrarlamak istemiyorum.) Namus, vicdan ve şerefimi sorgulayan yüzlerce mektup ve telgraf aldım. Saygı sınırlarını aşan telefon konuşmalarına muhatap oldum. Eşim dahi, hakaret, saygısızlık ve beddualara maruz kaldı. Mahkemede seminer ses kayıtları ile ilgili olarak Ergin Saygun ve Özden Örnek'in verdiği ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını ve iftira olduğunu bir gazetede açıkladım. Ancak bu kez de bir televizyon kanalında şahsımın gizli tanık olabileceğim konusu ile ilgili olarak yapılan yalan beyanlara yazılı olarak cevap verdim. Son bir kez yine bir TV kanalında bir gazetecinin aynı yalanı tekrarlaması üzerine canlı yayına bağlanarak gereken cevabı verdim. Aynı yayında açık oturuma katılan avukat Celal Ülgen'de tanıklık yapma isteğimi teyit eden beyanlarda bulundu. Tüm yaşananlara rağmen arkadaşlarımın ruh halini düşünerek susmayı tercih ettim.
‘Mahcup olacaksınız'
2 Kasım 2013 günü Ulusal TV'de Hasdal Cezaevi'nde Silahlı Kuvvetler mensuplarının yaptığı açıklamaya verdiğim cevap kamuoyuna önemle duyurulur. Benim tarih önünde en az sizler kadar onurlu yerimi alacağımdan hiç şüpheniz olmasın. Çünkü bu davaya muhatap olanlar arasında bir kişi masum ise O da bendenizdir. Bunu açıklıkla ve ısrarla ifade ediyorum. Bunu ileride öğrenecek ve söylediklerinizden mahcup olacaksınız. Yapılan saldırılar haddini aşan ve kişilik haklarımı zedeleyecek bir noktaya gelmeseydi, her şeye rağmen bu açıklamayı yapmayacaktım. Yazmakta olduğum kitabımdan seminer ile sınırları olan bilgilerim ışığında, bütün gerçekler öğrenilecektir. Çünkü bu husus benim için bir görev halini almıştır. Hukuk mağduru olmanızı, benim ifade vermem ile nasıl izah edebiliyorsunuz? Defalarca ifade vermek için müracaatta bulundum. Avukat Sayın Celal Ülgen en yakın şahittir. Gerçekleri çok iyi bildiğimi ifade ediyorsunuz. Bildiklerimi sizlerle paylaşıyorum.
‘SUSMAMIN SEBEBİ...'
Ancak seminer ile ilgili yaşanan olayın cereyan şeklini bilahare yazmakta olduğum kitaptan detaylı bir şekilde öğreneceksiniz. Bu aşamada arkadaşlarımın rencide olmaması için açıklamıyorum. Esasen susmamın sebebi budur. Benim farklı yorumlara sebep olacak bir ifadem olmamıştır. Bu hususu da yaptığım açıklamada bulacaksınız. "Konuşanların halini görüyorsunuz" ifademden basında çıkan menfi yorumları kastettiğimi özellikle belirtmek isterim.
Bu kadar hassasiyet ve tahammül gösterdiğim halde bu yapılan saldırılar karşısında benim size birkaç soru sorma hakkım olduğunu kabul edeceğinizi düşünüyorum.
‘Sorulacak çok soru var'
- Emrime aykırı bu seminer ne için yapıldı?
- Emrime aykırı olarak bu semineri yapan ve bu seminerin yapılışında her türlü bilgi ve belgeyi benden gizleyenler niçin itham edilmiyor?
- Seminerin emrime aykırı olarak yapıldığını bilenler yasalar gereği olarak niçin bana haber vermediler?
- Tatbikatın mahiyeti hakkında bilgisi olmayanlar tatbikat başladıktan sonra bana niçin haber vermediler?
- Bana saldıracağınıza düzmece ve sahte olduğu iddia edilen CD'lerin kimler tarafından nasıl oluştuğunu araştırmanız daha uygun olmaz mıydı?
- Ordu karargâhından çıkarılan CD'lerin kimler tarafından ve nasıl çıkarıldığının araştırılması gerekmez miydi?
Bütün bu olaylar vuku bulurken niçin benim haberim olmadığının cevabı ise ‘Karargâh Çalışma Usulleri' kitabında mevcuttur. Sorulacak daha çok soru var. Ancak kamuoyu önünde yeteri kadar yıpranan Silahlı Kuvvetlerimizin iç meselelerini gündeme taşımak istemiyorum.
‘Keşke belgem olsaydı'
Bütün bu gerçeklerden sonra özellikle Balyoz davasının başlaması ile toplumda yaratılan bilgi kirliliğinin sonucu olarak, yaşananların yeniden analiz edilmesi ihtiyacı doğduğunu düşünüyorum. Kara propaganda sonucu, kamuoyunun şahsıma karşı yürütülen menfi tavır ve davranışlarına şahit oldum. Çünkü onlar, yaratılan menfi havanın etkisinde kalarak benim Silah arkadaşlarımı korumadığımı düşünmektedirler. Şimdi yazdığım bu gerçekler karşısında ne düşüneceklerini bilemiyorum. Ancak zihniyet değişikliklerinin ne kadar zor olduğunu yazdığım kitabın bir bölümünde anlattım. O bakımdan zihin dünyasında bir değişiklik olup olmayacağını bilemiyorum. Keşke, mahkemeye arkadaşlarımın suçsuzluğunu ispatlayacak daha fazla bilgi ve belgeye sahip olsaydım da açıklama imkânım olsaydı.
‘KIRILDIM AMA KIRMADIM'
Balyoz davası sanıkları, aileleri ve yakınlarının yarattığı olumsuz hava şahsımı bilerek veya bilmeyerek suçlu mesabesine indirip kendilerine inanan veya inandırılan insanlardan dışlamaya çalışmışlardır. Ben davanın yalnız seminer ile ilgili mahdut bir bilgiye sahip olduğum gerçeğini anlatamadım. Kırıldım ama hiç kimseyi kırmamaya çalıştım. Bir gün bu olaylar bütün detayları ile topluma intikal edeceğine inanıyordum.
‘İtibarsızlaştırıldık'
Ceza alan ve bir günah olduğuna inandığım arkadaşlarımın mutsuzluğu, hayat ve hayalleri üzerine, benim mutlu ve huzurlu olmam mümkün mü? Bütün bunları yaparken Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi ve sosyal ortamın yarattığı olumsuzlukları da arkalarına alıp hüküm giyenleri kahramanlaştırılırken, benim gibi dava ile hiç alakaları olmayan hatta bu konuda mutazarrır olan, buna rağmen arkadaşlarının yanında durmaya çalışan insanları itibarsızlaştırmaya hatta dışlamaya çalışmaktadırlar.
‘Karalamaya ihtiyaç yok'
Bütün bunlara rağmen kendimi müdafaa mecburiyetinde hissettiğim zaman açıklama yaptım. Gördüm ki, yazılmamak kaydıyla söylediklerimi yazan saygısız zavallı gazetecilerin yazdığı olayları ve söylediklerimi incelemeyen ve anlama zahmetini göstermeyen beni kamu vicdanında mahkûm etmeye çalışanlar karşısında onurlu ve dimdik durarak Silahlı Kuvvetler'e ve milletine hizmet etmiş bir insanın onurunu yaşadığımı samimiyetimle ifade etmek istiyorum. İnsanların kendini toplum indinde aklaması için başkalarının karalanmasına ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Siyasi ve hukuki mücadele günahsız silah arkadaşlarına saldırarak yapılmaz.
Bu mücadelenin daha uygun bir zeminde yürütülmesi için olayların hukuki zeminde çözümlemenin yanı sıra gerekirse siyasi bir tavır geliştirerek açık ve net olmanın daha dürüst bir davranış olduğunu üzülerek belirtmek isterim. Toplum üzerinde benim ifadem ile meselenin aydınlanacağı algısı yaratmak amacı taşıyan çeşitli girişimler, şahsıma karşı yapılan büyük haksızlıktır. Bu girişim ile şahsımın vereceği ifadenin kararın oluşumunda belirleyici olacağı duygusu yaratılmıştır. Belki de böyle bir algı yaratılmak istenmiştir. Sağduyu sahibi insanların vicdanlarına seslenmek istiyorum.
‘Sorumlusu ben değilim'
Üç yıl devam eden, 5 bin sahifelik iddianame ve yüzlerce insanın ifadesi ile vücut bulan karar sonunda, 327 kişinin 5276 yıllık ceza talebinin, şahsımın ifadesi ile değişebileceği şüphesi yaratmak insaf ile bağdaşmaz. 327 silah arkadaşımın mahkûmiyetinin sorumlusunun şahsım olduğu ima edilmek isteniyorsa, benim bunu kabul etmem mümkün değildir.
Yıllarca hakkımda sistematik bir şekilde yapılan dedikodu ve menfi propaganda ile toplumun, hakkımda yanlış kanaat sahibi olması sağlanmıştır. Ancak, suçsuz olduğuna inandığım arkadaşlarıma haksızlık yapmak istemediğim için susuyorum. Bu nedenle bu saçmalıkları şiddetle reddediyor haddini aşanları kınıyorum. Benim hoşgörü sınırlarımı daha fazla zorlanmamasını özellikle rica ediyorum.
‘Yıllarca sustum'
Söz konusu davaların mahiyetlerini yeterince bilmeyen veya bildiğini sananların da jargonlar ve gazete manşetleri üzerinden anlamaya çalıştığı bu davaların, topluma gerçek boyutları ile anlatılması bir zaruret halini almıştır. Ancak ben taşıdığım sorumluluk ve sahip olduğum terbiye gereği susmayı acılarımla birlikte yaşamayı tercih ettim. Çeşitli yollarla şahsıma yapılan küstahça saldırılara rağmen davanın muhatabı arkadaşlarımı incitmemeye özen gösterdim. Bunun için yıllarca sustum.
Size bir Hint atasözünü hatırlatmak isterim. "Konuşmaya karar verdiğinizde söyleyeceklerinizin susmaktan daha iyi olduğundan emin olun." Çünkü söz insanın şerefidir. İçinde bulunulan şartlara göre eğilip bükülemez. Çünkü söz insanı insan yapan bir değerdir. Çünkü söz insan ilişkilerinde düşünmeden sonra gelen ikinci öğedir. Söz nefes gibidir, ruh gibidir anlamsız yere konuşulmamalıdır. Bilgi, insanı kuşkudan, iyilik, acı çekmekten, kararlılık, korkudan kurtarır. Umarım ne demek istediğim anlaşılmıştır.
‘Kayıtları görmedim'
Hatırlayacağınız üzere, çeşitli vesilelerle yaptığım açıklamalarla dava ile ilgili bilgi ve belgeye sahip olmadığımı, darbe konusunda istihbarat almadığımı, bu davada bilgimin (emrime aykırı olarak yapılan) seminer ile sınırlı olduğunu, seminerdeki ses kayıtlarını Genelkurmay Başkanından öğrendiğimi (Bu konuda Sayın Emekli Orgeneral Özkök'ün yaptığı açıklama üzerine mütalaa da bulunmak istemiyorum.) Ses kayıtlarını görmediğimi ve bu konuda hiç kimseden araştırma yapmam istenmediğini özellikle belirtmek isterim. (Bu konuda detaylı bir şekilde bilahare açıklanacaktır.) Esasen söz konusu ses kayıtları elime geçseydi karargâhım ile paylaşır, gerekli inceleme için hazırlıkları yapardım.
‘İtaatsizliği sorguladım'
Üç günlük seminerin bir gününde emrime aykırı olarak, EMASYA Planı'nın görüşüldüğünü, seminere gönderdiğim müşahit generalden öğrendim. Bunun üzerine Mart 2003 yılında yapılan bu emre itaatsizliği sorgulamak ve ilgilileri ikaz etmek için Ordu bölgesine gittim ve gereken ikazları yaptım. Bu konu da detaylı bir şekilde bilahare açıklanacaktır. Konunun detaylarını, 2010 yılında dava açılınca gazete ve televizyondan öğrendim. Ben geçen üç yıl içinde ifade vermek için çok gayret sarf ettim. Ancak uygun görülmedi. Bunun nedenini bazıları benim ifademin alınması halinde davanın çökeceği şeklinde ifade ettiler.
‘İki yaptırım öngörüldü'
Şimdi size seminer ile sınırlı olan bilgime uygun olarak, kanaat ve düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Konu ile ilgili kanaat ve görüşlerimin mahkeme heyetinin kararına ne ölçüde tesir icra etmiş olabileceğini takdirlerinize bırakıyorum. Benim konu ile ilgili bilgim Mart 2003'teki bilgilerim ile sınırlı idi. Yani emrime aykırı bir uygulama yapılmıştı. Sınırlı bilgiler içinde emre itaatsizlik olarak gördüğüm bu faaliyetin gereğini yaptığımı ifade etmiştim.
Konuyu o günkü bilgilerim ışığında, İç Hizmet Kanunu kapsamı içinde değerlendirdim. Bilindiği gibi Emir kavramı, İç Hizmete ait kanunun 8. Maddesinde tanımlanmıştır. "Emir hizmete ait bir talep ve yasağın sözle yazı ve sair suretle ifade edilmesidir." Diğer bir ifade ile emir ile askerlik hizmetine ilişkin hususların yapılması veya yapılmaması istenir. Emre itaatsizlik eylemi işleyen asker kişiler yönünden, askeri yargı sisteminde iki yaptırım öngörülmüştür.
‘Bir disiplin suçu'
Bunlardan "Hizmete ilişkin emrin hiç yapılmaması veya emir tekrar edildiği halde yerine getirilmemesi Askeri Ceza Kanunu'nun 87. maddesinde düzenlenmiştir. Bu emre itaatsizlikte ısrar etme suçunu oluşturmaktadır. Bahse konu eylem, verilen bir emrin yapılmaması olmayıp emrin hudutlarının genişletilmesi suretiyle gerçekleştirilmiş bir olaydır.
Bunun karşılığı ise, 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri ile düzenlenmiş olan "Kast veya ihmal ile hizmete ait emri tam yapmamak, değiştirmek veya sınırlarını aşmak suretiyle itaatsizliktir" tarzında suç oluşturmaktadır. Bahse konu faaliyetin yukarıda izaha çalıştığım tarzda bir disiplin suçu olduğu kanaatinde olduğunu ifade etmeliyim.
‘YERİNE GETİRDİM'
Çünkü üç günlük seminerin iki gününde emre uygun davranılmış bir gününde sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle işlenen suçun bir disiplin suçu olduğunu değerlendiriyorum. Eğer üç günde emre aykırı bir eylem yapılsaydı "Emre itaatsizlikte ısrar" suçu işlenirdi ki bu husus Askeri Yargı kapsamında değerlendirirdi. Komutan olarak işlenen disiplin suçunun gereğini yerine getirdiğimi özellikle belirtmek istiyorum.
‘Haddini aşan gösteri'
Seminerin icrası ile ilgili görüşlerime gelince, yazılı ve görsel basından izlediğim kadarı ile bu seminer emre aykırı olarak yapılan, muaşeret kurallarına uymayan, amacını ve haddini aşan bir kahramanlık gösterisinden başka bir şey değildir. Silahlı Kuvvetler içinde zaman, zaman yaşanan bir sorun olan "Ben daha çok vatanseverim, Cumhuriyetin değerlerini özellikle laikliği ve Atatürk'ün mirasını en iyi ben koruyabilirim kompleksi, bu plan seminerinde, askeri muaşeret kurallarını da hiçe sayarak uygulanmıştır. Bu nedenle icra edilen bu seminerin haddini ve maksadını aşan bir gayretkeşlik olduğunu ifade etmek istiyorum.
‘Basından öğrendim'
Daha önce de ifade ettiğim gibi, söz konusu ifadelerim üç günlük seminerin bir gününde icra edilen seminer faaliyetleri ile ilgilidir. Bunun dışındaki bilgileri, ben de basından 2010'da öğrendim ve takip ettim. Daha açık bir ifade ile Balyoz olarak isimlendirilen plan ile seminer arasında bir ilişki olup olmadığını bilmiyorum.
‘Balyoz'u bilmiyorum'
Esasen Balyoz isimli plan olup olmadığını da bilmiyorum. 2010'da bilgi sahibi olduğum ses bantlarından sonra davanın yargıya intikal eden seminer dışındaki bilgileri de basından öğrendim. Bu konu 3 yıldır devam eden ve sonuçlanan dava konusu olduğu için sınırlı bilgilerimle bir kanaat ifade etmem mümkün değildir.
‘Temennim özgürlük'
Ancak söz konusu bilgilere 2003'te sahip olsaydım konuyu askeri yargıya intikal ettirirdim. Ancak 2009'da yapılan yasal değişiklikler ile söz konusu dava sivil yargı kapsamına girmiş ve sonuçlanmıştır. Israrla ifade vermemi isteyenlerin bu açıklamadan ne ölçüde tatmin olduklarını bilmiyorum. Ancak inanıyorum ki, bu olaylar, konu ile ilgili herkesin katkıları ile bir gün bütün detayı ile kamuoyuna yansıyacaktır. Bu vesile ile vicdanen suçsuz olduklarına inandığım arkadaşlarımın acılarını en samimi duygularımla paylaştığımı ifade etmek isterim. En halisane temennim, suçsuz insanların özgürlüğüne kavuşmasıdır."
2004'te emekli oldu
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, 1976-1980 yılları arasında Silahlı Kuvvetler Akademisi'nde Öğretim Üyesi, 1980-1982 yılları arasında Ege Ordusu ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı olarak görev yaptı. Yalman, 1982-1983 yılları arasında 50. Piyade Alay Komutanlığı görevini yürüttü. Kara Harp Akademisi (1983-1985), Kara Harp Okulu (1985-1986) Öretim Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1986 yılında tuğgeneral rütbesine terfi ederek Kara Harp Okulu Komutan Yardımcılığı'na, 1987'de 39. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı'na atandı. Yalman 1990'da tümgeneral rütbesine yükseldi. Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanlığı (1990-1993) ve Piyade Okul Komutanlığı (1993-1994) görevlerinin ardından korgeneral rütbesine yükselerek Kara Kuvvetleri Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı görevine atandı. 1995-1998 yılları arasında Adana'da bulunan 6. Kolordu Komutanlığı görevini yürüten Yalman, 1998'de orgeneralliğe terfi ederek 2. Ordu Komutanlığı'na atandı. 20 Ekim 1998'den itibaren Adana Mutabakatı gereği Türkiye-Suriye güvenlik ilişkilerini yürüttü. 24 Ağustos 2000'de Jandarma Genel Komutanlığı görevine atanan Yalman, 24 Ağustos 2002'de Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na getirildi. Yalman görevinden 2004 yılında emekli oldu.
2004'te Özkök ve Yalman, Toplumsal Olaylara Müdahale ve Rehine Kurtarma Tatbikatı İl Jandarma Komutanlığı'nda bir araya gelmişti.
Hilmi Özkök ne demişti:
Tanıklık yapsam da esas değişmeyecekti
Balyoz davası sürecinde tanık olarak çağrılmaması, tanık olmak için başvurmaması, sanıkların davetiyle değil ancak mahkeme davetiyle tanık olabileceğini söylemesi nedeniyle zaman zaman sanık silah arkadaşlarının, avukatlarının ve ailelerinin eleştirilerine hedef olan dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila'ya yaptığı son açıklamada "Tanıklık yapsam da esas değişmeyecekti. Gitseydim bile dinlemezlerdi. Bunu Yargıtay söylüyor" açıklamasını yapmıştı.
‘Yalman'a emir verdim'
Özkök, 11 Ekim'de yayımlanan açıklamasında "Görevdeyken ve sonrasında hiç kimseyi şikâyet etmedim. Görevdeyken bu konularda kimsenin burnu kanamadı, dava açılmadı ve tutuklama olmadı. Hepsinin pırıl pırıl olduğunu düşündüğümü basın yoluyla kamuoyuna açıkladım" ifadelerini kullanmıştı. Özkök, zaman zaman yaptığı açıklamaları da anımsatarak "Balyoz planı diye bir şey bilmediğimi, elimde bir belge bulunmadığını söyledim" dedi. Özkök, açıklamasının devamında şunları kaydetti:
"Ergenekon davası sırasında ifade verirken, bir avukat (babası her iki davada da sanık olan bir bayan avukat) Balyoz davasıyla ilgili bir soru sordu. Mahkeme Başkanı bakılan davayla ilişkili olmamakla beraber istersem cevap verebileceğimi söyleyince Balyoz davasına ilişkin olarak özetle şu ifadeyi verdim: Balyoz diye bir darbe planı duymadığımı, ancak emrimle rutin olarak yapılan plan seminerinde Ordu Komutanı'nın (Çetin Doğan) konuşması olduğunu iddia edilen bir ses kaydının, bilmediğim kişilerce bana ulaştırıldığını, bunu incelemesi için Ordu Komutanı'nın ilk amiri olan ve seminerin icrasını sağlayan Sayın Kara Kuvvetleri Komutanı'na (Aytaç Yalman) emir verdiğimi, anladığım kadarıyla seminerde en tehlikeli senaryo bölümünün maksadını aştığını, gerçek yer ve kişi adlarının kullanılmasının yanlış olduğunu ifade ettim. Bu ifadem resmi olarak Ergenekon davasına bakan mahkeme tarafından Balyoz davasına bakan mahkemeye gönderilmiştir."
‘Gri bölgede kaldınız'
Bu açıklamaların yankıları sürerken Hasdal Askeri Cezaevi'de kalan ve Balyoz davasında cezaları onanan subayların Kurban Bayramı'nın son günlerinde Özkök'e mektup yazdığı ortaya çıktı. Hükümlü subaylar, Özkök'ün net bir tutum takınmadığını savunarak şu sözlerle sitemde bulundu:
"Köklü tarihi olan bir ordunun Başkomutanı görevini icra etmenize rağmen, ne yazık ki siyah ve beyazı ifade etmek yerine daima gri bölgede kalma gayreti içinde oldunuz. Bu tutumunuz, masum insanların suçlu ilan edilmesine önemli bir katkı sağladı. ‘Ben kasaptaki ete soğan doğramam', ‘Var diyemem, yok da diyemem', ‘Mahkeme çağırırsa giderim', ‘Gençler için çok üzülüyorum' söylemlerinizin gölgesi altında devam eden süreç Yargıtay'ın hukuksuzluğu onaylaması ile sonuçlandı. Size, defalarca yazılı ve sözlü çağrı yapmamıza rağmen, tanık olarak ifade vermek üzere mahkemeye gelmediniz. Doğrunun ve haklının yanında olmaktan kaçındınız. Bu sadece silah arkadaşlığının bir gereği olmayıp, dürüst bir vatandaşın yapması gereken bir görevdi."
Yalman'a da sert mektup
Hasdal'da kalan komutanların Balyoz Davası'nda tanıklık yapmayan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman'a hitaben de sert bir mektup kaleme aldı. Yalman'ın tavrının ceza almalarında payı olduğunu savunan komutanlar önceki gün kamuoyuna yansıyan mektuplarında "Gerçekleri çok iyi bilmenize rağmen çıkıp anlatmadınız. Farklı yorumlara neden olabilecek söylemlerle gerçeklerin ortaya çıkmasına değil, suçlu ilan edilmemize önemli bir katkı sağladınız" dedi. Yalman'ın "Konuşanların halini görüyoruz" sözünü hatırlatan komutanlar, Yargıtay kararının bu tavrın gölgesinde verildiğini öne sürdü. Komutanlar, mektubu Yalman'a, "Masumların haksız yere cezalandırılmasında payı olanlar tarih sayfalarında layık oldukları yeri alacaklar" diye tamamladı.
Neden dinlenmediler?
Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin Balyoz davasına ilişkin gerekçeli kararında Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetleri Komutan Aytaç Yalman'nın neden dinlenmediği "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'ın tanık olarak dinlenmemesi, taleplerin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili değildir" ifadeleriyle açıklanmıştı.
Milliyet

Polat Alemdar Eskilerini Bağışladı!


Eskilerini Bağışladı!Gönderilen kıyafetlerin arasında dizide Necati Şaşmaz'ın canlandırdığı Polat Alemdar karakterinin giydiği takım elbiselerin de yer aldığı öğrenildi. Kıyafetler, Türk Kızılayı aracılığıyla Malatya merkeze bağlı Fatih köyünde kurulan konteyner kente ulaştırıldı. Giysiler ilk önce tesisteki okulda eğitim veren Suriyeli öğretmenlere dağıtıldı.

DAMATLAR DA NASİPLENDİ

Konteyner kentin sorumlu yöneticisi Nihat Yazıcıoğlu yaptığı açıklamada, Türk Kızılayı aracılığıyla kendilerine Kurtlar Vadisi Pusu adlı dizinin setinden 110 erkek takım elbisesi, 142 ceket, 30 pantolon, 480 gömlek ve 938 erkek çorabının geldiğini söyledi. Konteyner kentte bulunan giyim markette muhafaza ettikleri kıyafetleri öncelikle okulda gönüllü çalışan Suriyeli öğretmenlere ve damat adaylarına verdiklerini belirten Yazıcıoğlu, diğerlerini de sığınmacılara dağıtacaklarını ifade etti.

Zaman'ın Haberi Yalan Çıktı


Zaman'ın Haberi Yalan ÇıktıZaman Gazetesi'nin haberine göre Başbakan Erdoğan, dün partisinin Kızılcahamam kampının son gününde, partililere yaptığı konuşmada, pek çok konunun yanı sıra üniversite öğrencilerin yurt  sorunlarına da değinirken ilginç bir denetim hazırlığından söz etti.

'KIZ-ERKEK ÖĞRENCİ AYNI EVDE KALAMAZ'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, üniversitelerdeki yurt yetersizliği sorunlarına dikkat çekerken, "Kız - erkek öğrenci aynı evde kalamaz. Talimatını verdik, denetimi yapılacak" ifadelerini kullandı.

'EVLERİ DENETLEME GİBİ BİR TALİMAT YOK'
Zaman'ın haberine Başbakanlık kaynaklarından açıklama geldi. Açıklamada, Başbakan Erdoğan'ın yurt sıkıntısına vurgu yaparak, öğrencilerin aynı evlerde erkekli kızlı yaşamak zorunda kaldıklarını ifade ettiği, ancak evlere denetimle ilgili bir konudan bahsetmediği belirtildi. Başbakanlık yetkilileri, Erdoğan'ın valiye talimatının evleri kontrolle ilgili değil, yurt sorunun çözülmesiyle ilgili olduğunu ifade etti.

İki kardeş, iki yoldaş...