26.03.2016

Gülen’in elbiseyi ters giyme sendromu


Latif ErdoğanLATİF ERDOĞAN - YENİ AKİT 
Bir insan yaptığı işin kötülüğünü bilir, yaptığı işin kötülüğünü kabul ederse, kötülükten dönmesi, vaz geçmesi ümit edilebilir. Ama, yaptığı kötülüğü iyilik sanan bir insanı, bu yaptığından vaz geçirmek, onu aksi istikamete yani gerçek iyiliğe döndürmek imkansız denecek ölçüde zordur. Kişi için asıl hasaret, asıl iflas da bu olsa gerektir. Çünkü o yaptığı kötülükleri iyilik sanmakta, bu sebeple de idealize etmekte; aksi davranışı aklına, hatırına bile getirmemektedir. Ecel gelip, ölüm çattığında ise, yapacağı bir şey kalmamakta; hatalarını telafi fırsatı bulamamaktadır.

Kur’an’da bu durum şöyle anlatılır: “De ki: Yaptıkları yönünden ahirette en büyük kayba uğrayanları size haber verelim mi? Onlar o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları işlerin karşılıkları hep boşa gidecektir. Halbuki onlar kendilerinin iyi işler yaptıklarını sanırlar.” (18/103-104)
Her insan bir iç muhasebe ile ayette anlatılan akıbete düşmemek için elbette ve öncelikle kendisini hesaba çekmeli, böyle bir finalden daima Allah’a sığınmalıdır. Hiç kimsenin sonuçla ilgili bir garantisi olmaması hakikati onu böylesi bir muhasebede sürekli teyakkuz halinde olmaya sevk etmelidir.
Ruhumun, kalbimin en derin köşelerine kadar hissetmeye çalıştığım bu mülahaza yanında, nedense son bir-iki yılda ne zaman bu ve benzeri anlamdaki ayetleri okusam gözümde Gülen’in hayali tüllenir, onun hali pür melalini bu ayetlerin mealinde şekillenmiş görürüm. Yazık etti, hem kendine hem de takipçilerine çok yazık etti.
Hele şu son günlerde hepten tozuttu, hepten zıvanadan çıktı. Önceden sadece birkaç kişiyi hedef alan sözler söyler, beddualar yapardı; şimdi ise bütün bir milleti, kendisine taraftar olmayan herkesi hedef haline getirir, onlara beddualar yağdırır oldu.
Belli ki, sadece üst üste gelen yenilgiler değildir onu bu savrulmuş hale sokan. Ciddiye alınmamak, adam yerine konulmamak, her şey kabul edildiği bir ülkede artık sıradan bir insan bile kabul edilmemek gibi onun kimyasını bozmaya biri bile yetecek muamelelerin bütününe hem de en şiddetli şekilde maruz kalması da yaşamakta olduğu anguaza sebep olmaktadır anlaşılan. Fakat hem kendini hem de takipçilerini yaptığı yanlışların girdabından kurtarmaya da hiç niyetli görünmemektedir bu arada. Çünkü iyi yaptığını, doğru yaptığını sanmaktadır. Halbuki bu sanı, bu zan sadece bir vehim, sadece bir aldanmaktan ibarettir.  
Bir de mekr-i ilahiyi, keyd-i ilahiyi okuyamaması var Gülen’in. Geleceğe ait gördüğünü sandığı ferec ve kurtuluş ışıltısının onu daha derin çukurlara, daha kötü bataklıklara çekmekte olduğunu okuyamamaktadır. Bu sebeple de önce kendisini sonra da çevresini kurtuluş vaatleriyle hem de zamanlar vererek oyalamakta, aldatmaktadır. 
Kafası karışık olduğu gibi hesabı da karışık şu anda Gülen’in. Cinnetini yaşadığı açık. Ülkeyi bir iç savaşa, ülkeyi bir iç kavgaya sürüklemenin hülyalarını kurmaktadır zahir. Kardeşi kardeşe kırdırmak istemektedir. Fakat onun bütün bu hülyaları da boşa çıkacaktır. Artık Gülen’in bu ülkede sözünü dinleme adına hiçbir karşılığı yoktur. O, askeri, polisi kirli hesaplarıyla kargaşa alanına dökebileceğini sanmaktadır. Fakat gerçekler, onun bir başçavuşu, bir gece bekçisini dahi harekete geçiremeyeceğini bütün var gücüyle ilan etmektedir.
Bugün Gülen’le yapılacak mücadelede onu adam yerine koymamak, onu hangi yolla olursa olsun gündeme getirmemek öncelikli davranış tarzımız olmalıdır. Çünkü, görünme, dikkatleri üzerine çekme onun en büyük zaaflarından biridir. Onu bu zaafında maksadına ulaştıracak her türlü hareketten kaçınmak bu açıdan bana önemli gelmektedir.
Bilenlerin bildiği, bilmeyenlerin de şimdi bileceği üzere, 1990 yılında, üç ay süreyle her gece yatsı namazından sonra İzmir’deki Yamanlar Lisesinin çatı katında Gülen bana en küçük detaylarına varıncaya kadar hayatını anlatmış bulunuyor. Bunlardan çok kısa bir bölümü Küçük Dünyam adıyla kitaplaştırıldı. Daha sonra 1996-97 yıllarında İstanbul- Altunizade’deki FEM’in çatı katında bir yıla yakın haftada bir gün davetli konuklara açık olarak söyleşilerimiz devam etti. Benim sizlerle yer yer paylaştığım bilgiler öncelikli olarak Gülen’in kendi söyledikleridir. İkinci olarak da, birlikte olduğumuz kırk beş senelik süreçte bizzat kendi müşahedelerim, kendi hatıralarımdır. Bu bilgi kaynağını değersiz kılmaya çalışan bazı kripto müptezellerin de bu gerçeği böylece bilmesinde fayda olacağı kanaatindeyim.
Neyse, lafı biraz uzattım, işte Gülen’in bana anlattığı bu hatıralarda şöyle bir anektod var. Diyor ki Gülen: Gençlik yıllarımda, dikkat çekmeyi, dikkatlerin üzerimde toplanmasını aşırı denecek ölçüde ister, arzu ederdim. Hatta sırf bunun için bazen elbiselerimi ters giydiğim olurdu. Herkes bana tuhaf tuhaf bakardı, bundan hoşlanırdım.
İşin içinde pantolon da var mı, yoksa sadece ceketini mi ters giyerdi bilmiyorum. Fakat, Gülen’in bu elbiseyi ters giyme sendromunun hâlâ devam ettiğini düşünüyorum. Dua varken bedduaya sarılmak böylesi bir terslik sendromu değil mi? Milletten yana olmak yerine teröristlerden yana tavır almak neyin nesi? İsrail ile  Amerika ile Rusya ile Türkiye’nin ne kadar düşmanı varsa hepsiyle ters ilişkiler içinde olmak bu tür bir sendromdan başka ne ile açıklanabilir ki?
Hele son bedduasını bir düşünün. Zırva kelimesini kullanacağı zaman çevresindeki figüran amincilere ‘bağışlayın’ diyen, fakat aynı kelimeyi Allah’a karşı duası içinde kullanmaktan zerrece ar etmeyen, utanmayan bu sözde alimin zirveden zırvaya yer değiştiren bu sakim haline başka nasıl izah getireceğiz? 
Allah Resulü: “Allah’ım, kabul olunmayacak duadan Sana sığınırım” derken o kabul olunmayan duaya hem de bed/ kötü olanına sığınıyor..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder